HANTEK EDEBİYAT DERGİSİ SAYI : 4
  10
 
HANTEK EDEBİYAT DERGİSİ
www.hantekdergisi.tr.gg              | SAYI 4 | 04.04.2009 |
 GİDERSEN YIKILIR BU KENT

Çoban kızı Eleni, başı dumanlı dağların bağrında çal karası, üzüm salkımı gibi dizilmiş Kaya Köy’ün gönüldaşı  Levissi’de yaşardı. Levissi Köyü, binlerce yılın belini büktüğü, çam ağaçlarıyla kaplı dağlara yaslamıştı sırtını; tıpkı Kaya Köy gibi. Çam, ardıç, çınar, kekik, lavanta kokardı dağların yamaçları.

 Eleni ve ninesi Eftelya,  her gün keçileri dağa salarlar; keçiler otlarken, onlar sırtlarını  ulu mu ulu bir çınar ağacına dayarlardı. Eleni,dağa çıktıkları her gün, ninesinden “Yusuf ile Eftelya”’ nın aşknı   anlatmasını isterdi. Ne zaman keçileri otlatmaya çıksalar, hep aynı şey olurdu. Eleni dinlemekten, Eftelya Nine anlatmaktan sıkılmazdı; sanki bu, onların gizli bir ayiniydi. Eftelya Nine, doksanını devirmiş olmasına karşın, bir keçi kadar çevik, kızılcık sopası gibi sağlamdı. Çıkık yanakları hala al aldı.  Uzun kaba yüzünde,  badem gözleri, yaramaz bir çocuk gibi hiç yerinde durmazdı.  Ak saçları kınalıydı ve henüz bir tek teli düşmemiş gibiydi. Yıllarını dağlarda geçirmenin izleri en çok ellerinde görülürdü. Kocaman elleri, uzun kuru parmakları hayatın yüzünü tırmalamaktan yıpranmış, kırış kırış olmuştu. Kerpeten gibi sıkar, bükerdi her şeyi…

Eftelya Nine torununu  dizine yatırdı, onun arapsaçı kadar sık saçlarını kemikli parmaklarıyla tararken eski hikayesini anlatmaya başladı: 

 Bir varmış, bir yokmuş Masal masal içinde. Çok uzaklarda bir köy varmış. Doğa ana, bütün cömertliğini bu köye vermiş sanki.  Babadağ, çökmüş dev gibi boynunu bütün haşmetiyle uzatıvermiş Kaya Köy’e doğru. Çamlar, meşeler, ardıçlar, çınarlar, boyuna öyle dolanırlarmış ki geçecek yol  bulamazmış insan. Köyü, her sabah dağlardan gelen, bin bir çiçeğin, otun kokusu  sararmış. Daha pencereleri açar açamaz, toprak kokusu, çam kokusu, kekik kokusu kucak kucak dolarmış evlerden içeriye.

Küçük taş evler, dağın sırtına kat kat dizilmiş. Hiç biri, diğerinin ne ışığını, ne de manzarasını kapatırmış. Evler taş ustalarınca, taştan yapılmış. Her evin duvarında o evin uğuru olan bir seramik gizliymiş.  Çatılarda biriken yağmur sularını sarnıçlara taşıyan sistemler varmış. Bu köyü diğer köylerden ayıran her dinden, her dilden, her renkten insanın kardeşçe yaşamasıymış. Bir evde pişen yemek sokakta oynayan bütün çocuklara üleştirilirmiş. Aliki, Ali, Emine, Eftelya, Mehmet ,Yorgi, İskender, Ayşe, Alexandır,Yusuf sabahtan akşama kadar birlikte oynar, itişip kakışırlarmış. Çocuklar avaz avaz köyün daracık taş sokaklarında kovalamaca; kızlar okulun bahçesinde uzuneşek, mendil kapmaca oynarlarmış. Kış akşamları,  ocaklarda patates közlenir, kestane pişirilirken, köyün bilge dedesi, kayıp Likya  hazinelerinden söz edermiş , eski aşk ve cenk  destanları  anlatılırmış…

  Yıllar yılları kovalamış, zaman akıp geçmiş. Oğlanlar delikanlı, kızlar, genç kız, Yusuf  ile   Eftelya ’nın arkadaşlığı yakıp kavuran aşka dönüşmüş.  Eftelya,  Yusuf’a  her baktığında kalbi hızlı hızlı çarpar, yüzü al al olurmuş. Badem gözlerini, Yusuf‘tan alamazmış.  Yusuf da Eftelya’nın  tanrıça gibi duran başından dalga dalga akan  olgun başak rengindeki saçlarına, badem yeşili gözlerine, küçük kırmızı bir goncaya benzeyen dudaklarına hayran  hayran bakarmış. Biri, Truva’lı Helen’i kıskandıracak kadar güzel. Diğeri de Yusuf peygamber kadar yakışıklıymış…

Eftelya ile Yusuf, her gün Kaya Köy ’ün  tepelerine tırmanırlar, ormandaki yüzlerce yıllık taş patikadan aşarak Soğuksu koyuna varırlarmış. El ele tutuşup Gemiler adası’ndaki antik kalıntıları arasında oturup, buranın kaç  aşka barınak olduğunu  düşünür, gelecekten, geçmişten dem vurup, hayaller kurarlarmış.  Gemiler adası’nda aşklarını korkusuzca yaşarlarmış. Gün tepeyi aşınca  evlerine dönerlermiş. Bu hep böyle sürüp gitmiş. Aylar ayları kovalamış…

Birinci Dünya savaş’ının sonrası birçok söylenti dolanıyormuş köylerde, ama kimse duyduklarına ihtimal vermiyormuş, çünkü yüzlerce yıl bir arada yaşamışlardı. Kız alıp vermişlerdi. Olamaz, bu tevatürdür deyip kendilerini avutmuşlar. 1923 yılının otuz ocak sabahı Kara köyün üzerinde kara bulutlar gökyüzünü kaplamış, sanki gece siyah pelerinini güneşin önüne germiş göz gözü görmüyormuş . Şimşekler çakıyor, yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyormuş. Köyün yolları çamur deryası olmuş ,her yer su birikintileriyle dolmuş. Yusuf, Ali, Emine, gözlerine inanamıyorlarmış. Çok sevdikleri arkadaşları, aileleri, eşyalarını at arabalarına yüklemişler, ağlaya ağlaya köyü terk ediyorlarmış. Çocuklar arabaların peşine koşmuşlar. Fakat askerler engellemiş. Yusuf, askerlerin elinden kurtulup Eftelya’nın olduğu arabanın arkasına tırmanmış. Eftelya’nın badem gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüş, korkudan küçülmüştü. Askerler arabayı durdurmuş. Yusuf’u eti tırnaktan ayırırcasına ayırmışlar Eftelya’dan .  Onlar acılar içindeymiş. Yürekleri kanıyormuş, gözlerinden yaşlar boşalıyormuş.Sanki  Gökyüzü de onlar için ağlıyormuş.

 Öyle koparmışlar ki onları… Bir daha haber alamamışlar bir birlerinden...

O gün bu gündür  Kaya köyün taş evlerine baykuş tünemiş gibi çıt çıkmamış. Ocak tütmemiş. Evler bir bir viraneye dönmüş ilgisizlikten, talandan. Sanki Persopone bir daha  Hades’ten dönmemiş.  Onunla beraber, bahar da gelmemiş, çiçekler açmamış, ağaçlar yeşermemiş, kuşlar ötmemiş. Ve rüzgar ıslak nefesini köyün üzerine savurup durmuş.  Bu yüzden, Kaya Köy her sabah sisler içinde kalırmış. Kimileri,  Köy, yalnızlığına ağlıyor dermiş. Kimileri, Yusuf ile Eftelya’yı    Kaya köyden Gemile adasına giden dar yolaktan dağın tepesinden aşarlarken  görürmüş. Kimileri de onların son sözlerini Kaya köyün üzerinde, Kaya çukurunda yankılandığını duyarmış. Her kimin yolu sevgiden geçerse, Kaya köye uğrayıp Eftelya ile Yusuf’u  görmek istermiş. Rivayet o ki, gerçek aşıklar duyup görebilirmiş onları.

 Torununun başını okşarken yanaklarından süzülen yaşları elbisesinin koluna siler. Eftelya Nine, Eleni ’yi öpüp, koklamış, Eleni masalın sonu gelmeden uyumuş kalmış. Eftelya, torununu öpüp, okşamış.” Papialatım, uyan papatyam” deyip uyandırmış.

 Güneş Levissi’ nin dağlarının doruklarında kırmızı bir portakal haline gelince, keçileri toplayıp köye dönmek üzere, o günde yola çıkmışlar…

  Fikret DOĞAN 
   DATÇA

Sayfa Numaralarına Basıp Dergimizi İnceleyebilirsiniz.
01 02 03 04 05 06 07 08 09 10 11 12 13 14 15
16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30
 
 

Anasayfa | Künye | Ürün Gönder |
HANTEK EDEBİYAT DERGİSİ @ 4 Ocak 2009 - HENDEK
[ Tüm hakları saklıdır]

 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol